24 Haziran 2009 Çarşamba

Yolda kaldım, çekici lazım!

Farketmiyorsun. Yalnızlık kronik bir hastalık gibi yayılıp sarıyor insan ruhunu. Yalnızlığın rutinine ayak uydurup, usul adımlarla geçip gidiyorsun hayatın kıyısından. Tek yükün, omuzlarındaki kendin; günahın sevabın kendi boynuna asılı. Açlık da tokluk da senin keyfin. Acı da tatlı da senin ettiğin. Hesap vereceğin kimse yok. Sağına soluna bakmana gerek yok. Yol bomboş ve düz nasılsa. Yürü ya kul, kim çıkar karşına?

Ama bir gün biri seni kolundan tutuverip hayat otobanına çekiyor. Adımlarını şaşırıp tökezliyorsun. Yol kenarının sınırsız özgürlüğünden asfaltın çift şeritli kurallar dünyasına geçiş sancılı oluyor; kafan karışıyor. Umarsızlık yerini derin kaygılara bırakıyor. Yola devam etmen gerektiğini biliyorsun ama insanın yedek parçası olmadığından kaza yapmaktan çekiniyorsun. O zamana dek varlığından haberdar olmadığın, bilmediğin, duymadığın ya da kolayca görmezden gelme lüksüyle ötelediğin, otoyol kurallarını çiğnerken buluyorsun kendini. Öncelikler var; geçiş üstünlükleri, beklemeler, duraklamalar, parketmeler, hızlanmalar, sağı solu kontrol etmeler; arkayı kollamalar… Sinyal ver; farları yak, el freni, gaz, debriyaj, baskı balata derken sana yabancı bir mekanizmayı işletirken buluyorsun kendini. Çekinceler kaygıya, hatta korkuya dönüşüyor. Korktukça da daha fazla hata yapıyorsun. Bu kaosu kaldırıp kaldıramayacağını sorgulamaya ne zamanın, ne mekanın var.

**

Eskiden Suzuki Vitara cipler vardı. 4 çeker. Dışardan baktığında kız gibi araç işte. Dinamik hatlı, her yola gelir, yük de taşır. Ama sonradan anlaşıldı ki, tüm cazibesine karşın Suzuki Vitara cipler dengesiz. Ufacık bir tümsekte yalpalıyor, devriliyor. İşte, kendimi o ciplere benzetiyorum bazen. Dışarıdan gerçek bir özgüven abidesiyim. Dimdik duruyorum ayakta. Sanki hiçbir şey beni şaşırtmaz, üzmez, yaralamaz. Öyle de güçlüyüm ki, hayatı serçe parmağımla kaldırabilir; dünyayı omuz başımda çeviririm. Tıpkı Suzuki Vitara gibi, ben de kendi içimde mükemmelim. Yanına yaklaşılana dek. Üstüne yük binene dek. Açık araziye salınana dek. Akrobatik hareketlerle test edilene dek.

**

Ne istediğimi biliyorum. Sadece alışık olmadığım yeni bir hayatı yaşamaya başladım. Sanki dünydan ayrıldım ve başka bir gezegene gittim. Aslında belki de ben bu dünyada zaten yaşamıyordum ve birden yaşamın içine çekildim. Kimse beni zorlamadı. Kendi isteğimle yaptım bu geçişi. Yine de seçimin bana ait olması işimi hiç mi hiç kolaylaştırmıyor. Sadece dayanılır, savaşmaya değer kılıyor. Yoksa, tereyağından kıl çekiyor değilim.

Aklımdan hiç geçmeyen, bünyemde varolmayan düşüncelerin suçlusu olarak yargılanırken buluyorum bazen kendimi. Çünkü insan içine çıktım. Bazense, incelikler alanında yürümek için fazla kalın olduğum hissine kapılıyorum. Çünkü insanların dünyasına adım attım. Diplomasi becerdiğim ve beceremediğim olmak üzere defalarca gruplara ayrılıyor kendi içinde. Çünkü insanların arasına karıştım. Bir gün gül uzattığım elimde, ertesi gün kılıç olması gerekiyor. Ya da savaş baltasını barış çubuğuyla karşılamam. İlişki ve iletişim kardeşler zıtlıkların mükemmel uyumuysa, ben bu düzlemde tam bir uygunsuz gibi dolanıyorum. Ayrık otunun yabansı çekiciliğine kapılır mı aşk?

Evet, ne istediğimi biliyordum ben. Sadece hazırlıklı olmadığım kadar çok soru var karşımda. Benim dünyam loştu; elektrikler kesikti hocam, o bölümü rüyalarda geçtim ben. Şimdi, yanıtları bulmaya çalışıyorum mahmur kafayla. Afyonum patlamadı daha.

**

Biliyorum. Ben yola geç çıktım. Ehliyeti geç aldım. Ulaşmam gereken yere geç kaldım. Zaten acemiyim. Acele ettikçe engellere dolandım. Trafik kilitlendi, yağmur yağdı, yolları sel aldı. Ben yolda kaldım, bana çekici lazım!

HÜR'ce

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder