26 Ağustos 2009 Çarşamba

Sevgiyi affedebilsek...

Ne büyük cefadır kin yüklü yılları sırtında taşımak. Geçmişin küfesinde biriken kırgınlıklar, yaralı ve öfkeli ruhların çökük omuzlarında taşınır aylardan yıllara. Elde avuçta tek kalansa, yanıtsız sorulara eşlik eden keşkelerle acabalar. O öyle demeseydi... Ben böyle yapmasaydım... Şu şöyle olmasaydı...

Her şeyin zamanı var derler ya, her zamanın da şeyleri var: İçinde yanlış anlamaların, yanlış anlatmaların, saldırgan körlüklerin, korkak sağırlıkların, bencil dilsizliklerin birbirine karıştığı bir teknesi; o şeyleri yoğuran merdanesi; önümüze yığılıveren ayrılıklar, kopuşlar, yıkılışlar, çöküşler.

Nesilden nesile aktarılabilseydi asıl tarif... Bir büyük baş duyarlılık, bir su bardağı şefkat, bir tutam hassasiyet, bir çimdik özveri koyabilseydik o tekneye, omuzlarımızda sevginin sıcacık, yumuşacık şalıyla oturmuş yaşamın tatlı pastasını atıştırıyor olurduk.

Ama heyhat, bunlar yaşanmak zorunda, değil mi? Bencil olmalı, yanlış anlamalı, çarpık değerlendirmeli, kırıcı sözler söylemeli, var olanı yıkmalı, umurumuzda değilmiş gibi arkamızı dönmeli, önemi yokmuş gibi bir kalemde silivermeli, çekip gitmeliyiz. Aç gözlü bir tüketicilikle, nasılsa yenisini alırım aymazlığıyla omuz silkmeliyiz. Kaçamadığımız pişmanlıklarımızı suçlamalara dönüştürmeli, için için çektiğimiz acıyı kendimize kamçı edinip yürümeye devam etmeliyiz. Ders almak olmalı, burnu büyük kırgınlığımızın adı. “Üstesinden gelmek” olmalı, yüreğimizin kovuğunda titreyerek saklanan özlemlerimizin bastırılmışlığının adı. Gurur olmalı, yitirilen dostlukların ardından uykuda dökülen yaşlarla yıkanan kibirin adı.

Evet, böyle olmak zorunda. Sevgisiz yaşamın anlamsızlığını kavramak için kendimizi yoksun bıraktıklarımızın yarattığı boşlukları görmeliyiz. İçimiz burulmalı. Anlık geri dönüşler yaşayıp düzeltebilmeyi dilemeliyiz. Göğsümüze yayılmalı alev alev bir üzüntü. Yılların geri dönmediğini haykıran beyaz tellerle çizgileri sayarken, geçmişi değiştiremeyeceğimiz gerçeği tekrar tekrar çarpmalı yüzümüze.

Anca bu şekilde kalan yılların kıymetini anlayabiliriz. Affetmeyi öğrenebiliriz belki; hem kendimizi, hem terk ettiklerimizi. Ve belki o zaman kendimizle ve tüm evrenle barışır, özgürlüğümüze kavuşuruz.

İşte o zaman sarılır sevgisizliğin yaraları. Tatlı bir esinti gibi okşar saçlarımızı bilge merhamet. Sıvazlar sırtımızı umudun güçlü elleri. Kanat açar ruhumuz coşkuya, ürkek adımların yerine sakin ve emin bacaklarımızın üstünde devam ederiz tekamül denen yola. Kim bilir, belki o zaman yeniden karşımıza çıkar sevgi. Yitirilenler geri dönerler; belki kendileri, belki bahar kokulu güzelim suretleri...

Affedebilirsek sevgiyi...

HÜR’ce,
08/09