7 Ağustos 2011 Pazar

En büyük hayal kırıklığım...

En büyük hayal kırıklığımı ne annemin marazi korkusu nedeniyle jimnastik hayatım sona erdiğinde yaşadım, ne de asla bisiklet alınmayacağını öğrendiğimde... Ne uyulması tartışmasız zorunlu kurallar ve yasaklarla kuşatılmış olduğumu anladığımda, ne başarısızlığın anlayışla karşılanabilir bir seçenek olmadığını gördüğümde... Ne ailemin bile sevgisinin bazı şartlara bağlı olduğunu gördüğümde sızladı içim bu kadar, ne onları toprağa verdiğimde yandı canım böyle... Ne kısacık hayatımın 15 yılının her gününü paylaştığım dostum tarafından bir kalemde siliniverdiğimde, ne 485 gün boyunca yolunu gözlediğimce telefonun ucunda terkediliverdiğimde... Ne ihanetler, ne çaresizlikler, ne de çöküşler kırdı kalbimi... Ne hatalarımı yüzüme vurup eğlenenler, ne kusurlarımı içki sohbetlerine meze ederek beni yerden yere vuranlar... Ne tüm haşmetiyle insanları ezen bir plaza katında dolgun bir maaşla çalışmıyor olmak, ne yıllarımı verdiğim mesleğin beni limon kabuğu gibi sıkıp atması... Ne emeklerimin beş para etmemesi, ne çabalarımın değer görmemesi...

En büyük hayal kırıklığımı şimdi, hayatımın ilk baharına veda ettiğim, “olgunluk” çağına girdiğim, pek çok şey için artık “çok geç” olduğu bu dönemde yaşıyorum.

En büyük hayal kırıklığım, insanlara onların beklediği, istediği gibi biri olamayacağını kırmadan, incitmeden anlatabilmenin yollarını arayarak geçirdiği onlarca yılın ardından, aslında kim olduğunu unutmuş birine dönüşmüş olduğumu görmek. Hayata nasıl kafa tuttuğuna, nasıl ayakta kaldığına, nasıl yürüdüğüne, nasıl koştuğuna, nasıl coştuğuna, nasıl mutlu olduğuna dair tüm kayıtları silinmiş biri olmak... Çevresini memnun etmek, onlar tarafından kabul edilmek için didinip "çevresiz ve çerçevesiz" kalmak...

Aklımdan neler geçerdi? Neler yapmak isterdim? Hangileri çocukça hayallerdi, hangilerini gerçekleştirebilirdim? Neleri severdim, neleri sevmezdim? Nelere ulaşmak isterdim, nelerin üstüne giderdim, nelerden kaçardım? Neleri umursamazdım, neler karşısında sarsılmazdım? Nelere boyun eğmezdim? Tökezlediğimde nasıl muzipçe gülerdim? Düştüğümde nasıl bir şey olmamışçasına kalkıverirdim? Ben kimdim, nasıl biriydim ki bu kadar değiştirmek istemişlerdi? Koşulsuz sevgimi, sarsılmaz sadakatimi, kayıtsız neşemi, çokcuksu merakımı ve ilgimi, tükenmez enerjimi ne ya da kimler uğruna feda etmiştim? Ve artık kimse benimle uğraşmadığına, beni dönüştürmek için bir şey yapmadığına göre, ne zaman ve nasıl değiştim?

En büyük hayal kırıklığımı, bugün, kendime bakınca yaşıyorum: Savaşmak yerine köşesine çekilen, anlatmak yerine susmayı seçen, “ben” zırhıyla öne çıkmak yerine “sen bilirsin” ya da “fark etmez” kalkanı arkasına geçen, hayattan elini eteğini çekmiş, isteklerini kaybetmiş, umudunu yitirmiş, yaşamın içinde amaçsızca adımlarının peşi sıra sürüklenen, ipin ucunu bırakmış, kabullenmiş, razı olmuş bu kadını gördüğümde...

Aslında en büyük dehşetimi yaşıyorum: Hayal kırıklığının gerçekte ne anlama geldiğini gördüm bugün. O karanlık kuyunun dibinde oturmuş çıkış yolu bulmak ümidiyle gün ışığını ararken ve yaşam savaşı veren içimdeki çocuk son bir çırpınışla elimi yakalamışken kavradım hayal kırıklığının canlı canlı gömülmekten farksız olduğunu. Ömrümün yarısını boşuna harcadığımı fark ettiğim bugün gördüm ki, hayatı yaşanır kılan, ona anlam katan şey, birilerini memnun etmek uğruna kendini örtbas ettiğin için değil; kendin olma cesaretini gösterebildiğin için sevilmek. Kabullenmek değil, belirlemek, seçmek, tercih etmek ve üstüne gitmek. Birilerinin senin yanında olması için ya da arkanda kimseyi bırakmamak adına beklemek, duraklamak değil; yolda mutlaka birileriyle karşılaşacağını bilerek ilerlemek, kendi adımlarınca yürümeye devam etmek.

Çünkü en büyük hayal kırıklığı, en büyük dehşet yani gerçek yalnızlık, kendini terk ettiğin gün başlıyor.

HÜR'ce