12 Haziran 2012 Salı

Dumansız ateş

Çocukluk aşkıydı. 17 yaşında kaptırmıştı kalbini ona. Liseden birlikte mezun olmuşlar, üniversiteyi birlikte okumuşlardı. Birlikte mezun olup, hayat mücadelesine birlikte atılmışlardı. Parmağındaki nişan yüzüğüne bakıp hüzünle gülümserdi askerliğinin bitmesini beklerken. Onunla birlikte şafak saymıştı. İçinde en ufak kuşku olmaksızın evet yanıtını vermişti nikah memuruna; gururla atmıştı deftere imzasını. Çocukluk aşkının meyvesi bu aşkla büyüyüp serpildi karnında. Hayatın kokuları işkence etse de, sürekli kussa da, hamileliğinin çoğunu tarifsiz sancılarla yatarak geçirmek zorunda kalsa da, heyecanla bekledi bebeğini kucağına almayı. Doğum zor oldu ama sonunda kavuştu oğluna. Ve yitirdi hayatının aşkını.

Nasılını, niyesini anlayamadı hiç. Sorularına yanıt alamadı. Bıkmıştı kocası ondan. Evlilikten sıkılmış, çocuktan bunalmıştı. Ve karısından… 20 yıldır sürekli yanında olan o kadından da usanmıştı. Yüzünde bir tokat izi, kolunda morluklar, sayısız hakaret ve aşağılanma, kırılıp dökülmüş eşyalarla kalakalmıştı. Çocukluk aşkı yeni bir hayata yelken açıp gitmişti.

O artık yalnız bir kadındı. Dul bir kadındı. Ama en önemlisi anneydi. Onu terkedip giden adamın kusursuz bir kopyası olan oğlunu büyütmek için her türlü zorlukla tek başına mücadele etmek zorunda kalan; ona, onu aşağılayan adamın yüzüyle bakan varlığa duyduğu karşılıksız, saf ve sonsuz bir sevgiyle yaşamaya mahkum edilen genç bir kadındı.

Terk edilişine ağlamadı. Parasızlığa sızlanmadı. Çalışıp çabalamaktan kaçmadı. Arkasına bile bakmadan giden adamın ona bıraktığı borçlardan, kapıya dayanan icra memurlarından gocunmadı. Doğurduğu için hiç pişmanlık duymadı. Gün be gün serpilip büyümesini izlediği oğluna bakıp sadece keşke, dedi ara sıra, keşke yüzü biraz olsun bana benzeseydi.

***

Yemeğini bitirmiş, karısı tabakları toplarken kanapeye uzanmıştı tembelce. Televizyonun kumandasını aldı, kanalları dolaşmaya başladı. Haberleri hızlıca geçti. 14 yaşındaki kızın tecavüz davası işgal etmişti tüm medyayı. Günün yorgunluğunu atmaya çalıştığı şu saatte zihnini bu konuyla oyalamak istemiyordu. Hem artık haberlerin hiçbir inanılır yanı yoktu ki. Gündemi değiştirmek için üretilen türlü sansasyonel haberden biriydi bu da.

Kanallar arasında gezinmeye devam etti. Canı güzel bir aksiyon filmi izlemek istiyordu. Meyvesiyle çerezlerini atıştırırken, bir iki saat kendini kaptıracak, sonra da düşen göz kapaklarına itaat edip yatağına giderek deliksiz bir uyku çekecekti. İşler giderek yoğunlaşıyor ama kazancı düşüyordu. Ülkenin ekonomik durumu gün geçtikçe kötülüyor, ekmeği aslanın ağzından kapmak giderek zorlaşıyordu. Millet bunun farkında değil miydi? Kimse bu gidişatı göremiyor muydu? Tutturmuşlar bir kadına şiddet teranesi, ısıtıp ısıtıp onu sürüyorlar ortaya, diye homurdandı. Böyle haberleri gördükçe karısına kulak asmadığı için kendisiyle gurur duyuyordu. Çocuk yapılmazdı bu ülkeye. Karısının kırgınlığıyla yaşamak, bu rezil ortamda çocuk sahibi olmaktan daha kolaydı. Bütün ailesine kafa tutmak, karısının çocuk sahibi olma hakkını elinden aldığını söyleyerek onu suçlayanların manevi baskılarına göğüs germek zorunda kalmıştı. Kürtaj kararını kolay almamışlardı; o da isterdi baba olmayı elbette ama bu ülkede duygulara yer yoktu.

Karısının yanındaki sehpaya koyduğu gazozundan bir yudum aldı ve kanallar arasında gezinmeye devam etti. En sonunda dişine göre bir film yakalamıştı. Keyfi yerine geldi. Çoraplarını çıkarıp kenara attı. Kanapeye iyice yayıldı ve izlemeye başladı. Kavgada testislerine şiddetli bir tekme yiyen adamı görünce irkildi. Tekmeyi kendisi yemişçesine eli gitti istemsizce kenetlediği bacaklarının arasına. Acıyla buruşturdu yüzünü. Değişen sahneyle birlikte dağıldı içindeki sebepsiz sızı. Ağzına fıstık attı. Karısı bulaşık makinesini çalıştırıp içerideki odaya geçmişti. Bacaklarını gevşetip izlemeye devam etti.

***

Gözlerini açmak istemiyordu. Düşünme yetisini bile kaybetmişti. Bedenine yabancılaşmıştı. Bileklerinin üzerindeki baskının şiddetinden kan gitmeyen elleri buz kesmişti. Kırılan burnu şişmiş, nefes almasını güçleştiriyordu. Patlayan dudağından akan kan ağzına dolmuştu. Sağ bacağının içi acıyordu. Öyle bir şiddetle açılmıştı ki bacağı, kası zedelenmişti. İçinde gidip gelenin bir et parçası olduğuna inanmakta güçlük çekiyordu. Babasının işliğinde gördüğü o kalın zımparalardan biriydi sanki. Etini çekiştirerek, yakarak, yırtarak deviniyordu içinde. Karşı koymaktan vaz geçmiş, üzerinde hırıldayan adamın daha fazla canını yakmasını önlemek için kendini serbest bırakmaya çalışıyordu. Ancak akan kanı yapış yapış pıhtılaşırken ve her darbede makatındaki yarık biraz daha açılırken bu mümkün değildi. Debelenmenin, içindeki et parçasından kurtulmaya çalışmanın bir faydası olmamıştı.

Bademcik ameliyatı olduğu günü anımsadı. Küçücük kolundaki damara sokulan iğneyi düşündü. Nefes aldıkça içine yayılan o sıcak duygu… Hemşire 100′den geriye doğru saymasını istemişti ama o sadece 94′e gelebildiğini anımsıyordu. Sonrası yoktu. Gözünü açtığında hastanedeki odasında yatıyor, annesinin saçlarındaki şefkatli dokunuşunun tadını çıkarıyordu. Bayılmak için dua etti. Uyandığında her şeyin bitmiş olmasını istiyordu. İnsan, diye düşündü, dilediği an bayılabilmeli.

Ama olmadı. Bilinci onu dinlemiyordu. Yaşadığı her bir an, zihnine acımasızca kazınırken hayatından kareler geziniyordu gözlerinin önünde. Fabrikadan emekli babası. Kendini dine adamış annesi. Mahallenin bıçkını, futbol delisi abisi… Küçük erkek kardeşi… Okuldan eve gelirken tepeden tırnağa onu süzen dedikodu kumkuması komşuları Muazzez teyze… Dükkan boş olduğunda, gizlece poposunu elleyen bakkal… Fransa’da okuduğu orta okulu anımsadı. Mutluydu orada. Sınıf arkadaşı olan oğlanla konuştuğu için apar topar Türkiye’ye dönme kararı almıştı ailesi. 12 yaşında iki çocuğun ders hakkında bile olsa başbaşa konuşması kabul edilebilir bir şey değildi babasının gözünde. Aile namusunu korumak için dönmüşlerdi. Tek kelime Türkçe bilmeden geldiği anavatanında hayata sıfırdan başlamak zorunda kalmıştı o küçücük yaşında. Namusunu korumak için.

Tüm bunlar akıp giderken onu dehşete düşüren bir düşünce çınladı beyninde ve o an ağlamaya başladı: Ne olur Allahım… Ya hamile kalırsam

HÜR'ce

Kürtaj cinayetse...

Kürtaj cinayetse,
eğitimsiz,
geçmişinden bihaber, kimliksiz,
geleceği belirsiz,
beklentisiz,
hedefsiz,
ümitsiz,
başını sokacak evi,
masasına koyacak ekmeği,
hiçbir sosyal güvencesi,
yaşlılıkta huzurlu günleri olmayan,
bugünü sanal,
yarını hayal
insanların tavşan gibi üremesini teşvik de toplu katliamdır.

HÜR'ce