Çocukluk aşkıydı. 17 yaşında kaptırmıştı kalbini ona. Liseden
birlikte mezun olmuşlar, üniversiteyi birlikte okumuşlardı. Birlikte
mezun olup, hayat mücadelesine birlikte atılmışlardı. Parmağındaki nişan
yüzüğüne bakıp hüzünle gülümserdi askerliğinin bitmesini beklerken.
Onunla birlikte şafak saymıştı. İçinde en ufak kuşku olmaksızın evet
yanıtını vermişti nikah memuruna; gururla atmıştı deftere imzasını.
Çocukluk aşkının meyvesi bu aşkla büyüyüp serpildi karnında. Hayatın
kokuları işkence etse de, sürekli kussa da, hamileliğinin çoğunu
tarifsiz sancılarla yatarak geçirmek zorunda kalsa da, heyecanla bekledi
bebeğini kucağına almayı. Doğum zor oldu ama sonunda kavuştu oğluna. Ve
yitirdi hayatının aşkını.
Nasılını, niyesini anlayamadı hiç. Sorularına yanıt alamadı. Bıkmıştı
kocası ondan. Evlilikten sıkılmış, çocuktan bunalmıştı. Ve karısından…
20 yıldır sürekli yanında olan o kadından da usanmıştı. Yüzünde bir
tokat izi, kolunda morluklar, sayısız hakaret ve aşağılanma, kırılıp
dökülmüş eşyalarla kalakalmıştı. Çocukluk aşkı yeni bir hayata yelken
açıp gitmişti.
O artık yalnız bir kadındı. Dul bir kadındı. Ama en önemlisi anneydi.
Onu terkedip giden adamın kusursuz bir kopyası olan oğlunu büyütmek
için her türlü zorlukla tek başına mücadele etmek zorunda kalan; ona,
onu aşağılayan adamın yüzüyle bakan varlığa duyduğu karşılıksız, saf ve
sonsuz bir sevgiyle yaşamaya mahkum edilen genç bir kadındı.
Terk edilişine ağlamadı. Parasızlığa sızlanmadı. Çalışıp çabalamaktan
kaçmadı. Arkasına bile bakmadan giden adamın ona bıraktığı borçlardan,
kapıya dayanan icra memurlarından gocunmadı. Doğurduğu için hiç
pişmanlık duymadı. Gün be gün serpilip büyümesini izlediği oğluna bakıp
sadece keşke, dedi ara sıra, keşke yüzü biraz olsun bana benzeseydi.
***
Yemeğini bitirmiş, karısı tabakları toplarken kanapeye uzanmıştı
tembelce. Televizyonun kumandasını aldı, kanalları dolaşmaya başladı.
Haberleri hızlıca geçti. 14 yaşındaki kızın tecavüz davası işgal etmişti
tüm medyayı. Günün yorgunluğunu atmaya çalıştığı şu saatte zihnini bu
konuyla oyalamak istemiyordu. Hem artık haberlerin hiçbir inanılır yanı
yoktu ki. Gündemi değiştirmek için üretilen türlü sansasyonel haberden
biriydi bu da.
Kanallar arasında gezinmeye devam etti. Canı güzel bir aksiyon filmi
izlemek istiyordu. Meyvesiyle çerezlerini atıştırırken, bir iki saat
kendini kaptıracak, sonra da düşen göz kapaklarına itaat edip yatağına
giderek deliksiz bir uyku çekecekti. İşler giderek yoğunlaşıyor ama
kazancı düşüyordu. Ülkenin ekonomik durumu gün geçtikçe kötülüyor,
ekmeği aslanın ağzından kapmak giderek zorlaşıyordu. Millet bunun
farkında değil miydi? Kimse bu gidişatı göremiyor muydu? Tutturmuşlar bir kadına şiddet teranesi, ısıtıp ısıtıp onu sürüyorlar ortaya,
diye homurdandı. Böyle haberleri gördükçe karısına kulak asmadığı için
kendisiyle gurur duyuyordu. Çocuk yapılmazdı bu ülkeye. Karısının
kırgınlığıyla yaşamak, bu rezil ortamda çocuk sahibi olmaktan daha
kolaydı. Bütün ailesine kafa tutmak, karısının çocuk sahibi olma hakkını
elinden aldığını söyleyerek onu suçlayanların manevi baskılarına göğüs
germek zorunda kalmıştı. Kürtaj kararını kolay almamışlardı; o da
isterdi baba olmayı elbette ama bu ülkede duygulara yer yoktu.
Karısının yanındaki sehpaya koyduğu gazozundan bir yudum aldı ve
kanallar arasında gezinmeye devam etti. En sonunda dişine göre bir film
yakalamıştı. Keyfi yerine geldi. Çoraplarını çıkarıp kenara attı.
Kanapeye iyice yayıldı ve izlemeye başladı. Kavgada testislerine
şiddetli bir tekme yiyen adamı görünce irkildi. Tekmeyi kendisi
yemişçesine eli gitti istemsizce kenetlediği bacaklarının arasına.
Acıyla buruşturdu yüzünü. Değişen sahneyle birlikte dağıldı içindeki
sebepsiz sızı. Ağzına fıstık attı. Karısı bulaşık makinesini çalıştırıp
içerideki odaya geçmişti. Bacaklarını gevşetip izlemeye devam etti.
***
Gözlerini açmak istemiyordu. Düşünme yetisini bile kaybetmişti.
Bedenine yabancılaşmıştı. Bileklerinin üzerindeki baskının şiddetinden
kan gitmeyen elleri buz kesmişti. Kırılan burnu şişmiş, nefes almasını
güçleştiriyordu. Patlayan dudağından akan kan ağzına dolmuştu. Sağ
bacağının içi acıyordu. Öyle bir şiddetle açılmıştı ki bacağı, kası
zedelenmişti. İçinde gidip gelenin bir et parçası olduğuna inanmakta
güçlük çekiyordu. Babasının işliğinde gördüğü o kalın zımparalardan
biriydi sanki. Etini çekiştirerek, yakarak, yırtarak deviniyordu içinde.
Karşı koymaktan vaz geçmiş, üzerinde hırıldayan adamın daha fazla
canını yakmasını önlemek için kendini serbest bırakmaya çalışıyordu.
Ancak akan kanı yapış yapış pıhtılaşırken ve her darbede makatındaki
yarık biraz daha açılırken bu mümkün değildi. Debelenmenin, içindeki et
parçasından kurtulmaya çalışmanın bir faydası olmamıştı.
Bademcik ameliyatı olduğu günü anımsadı. Küçücük kolundaki damara
sokulan iğneyi düşündü. Nefes aldıkça içine yayılan o sıcak duygu…
Hemşire 100′den geriye doğru saymasını istemişti ama o sadece 94′e
gelebildiğini anımsıyordu. Sonrası yoktu. Gözünü açtığında hastanedeki
odasında yatıyor, annesinin saçlarındaki şefkatli dokunuşunun tadını
çıkarıyordu. Bayılmak için dua etti. Uyandığında her şeyin bitmiş
olmasını istiyordu. İnsan, diye düşündü, dilediği an bayılabilmeli.
Ama olmadı. Bilinci onu dinlemiyordu. Yaşadığı her bir an, zihnine
acımasızca kazınırken hayatından kareler geziniyordu gözlerinin önünde.
Fabrikadan emekli babası. Kendini dine adamış annesi. Mahallenin
bıçkını, futbol delisi abisi… Küçük erkek kardeşi… Okuldan eve gelirken
tepeden tırnağa onu süzen dedikodu kumkuması komşuları Muazzez teyze…
Dükkan boş olduğunda, gizlece poposunu elleyen bakkal… Fransa’da okuduğu
orta okulu anımsadı. Mutluydu orada. Sınıf arkadaşı olan oğlanla
konuştuğu için apar topar Türkiye’ye dönme kararı almıştı ailesi. 12
yaşında iki çocuğun ders hakkında bile olsa başbaşa konuşması kabul
edilebilir bir şey değildi babasının gözünde. Aile namusunu korumak için
dönmüşlerdi. Tek kelime Türkçe bilmeden geldiği anavatanında hayata
sıfırdan başlamak zorunda kalmıştı o küçücük yaşında. Namusunu korumak
için.
Tüm bunlar akıp giderken onu dehşete düşüren bir düşünce çınladı beyninde ve o an ağlamaya başladı: Ne olur Allahım… Ya hamile kalırsam…
HÜR'ce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder