25 Haziran 2009 Perşembe

Eskişehir'e Yeni Adet

İsmi lazım değil Eskişehir’li yazarlar oldukça sevimli bir tablo çizerler şehir hakkında. Onların gözünden bakıldığında gerçek hayat siliniverir. Bir rüyalar aleminin kapısını açarlar size ve cennetin adını kulağınıza fısıldayıverirler: Eskişehir. Kitabı kapayıp bulduğunuz ilk trene atlayarak gitmek istersiniz.

Hemen söyleyeyim; çok da haksız sayılmazlar. Eskişehir İstanbul’un kaosundan ve hırçınlığından sonra, bir Tibet rahibi dinginliğiyle karşılıyor insanı. Her ne kadar Eylül ayında, sabahın dördünde trenden inene eksi bilmem kaç dereceyle şamarı patlatsa da, bu tokat bizlere yabancı gelen Anadolu insanının sıcak şakalaşması gibi; sert ama art niyetsiz.

Her mevsim kartpostallardan fırlamış karelere benzeyen parkları; Porsuk üzerinde gerdanlık gibi ışıldayan köprüleri; şehrin dört bir yanına serpiştirilmiş, akademi öğrencilerinin imzalarını taşıyan heykelleri; parmak ısırtan yapay plajı ile büyülü bir Avrupa kentinde dolaşmanın keyfini yaşatıyor Eskişehir. Hatta çok detaycı ya da tutucu değilseniz, bir Paris, bir Londra gibi ortasından nehir geçen şehirlerin büyüsüne tanıklık edebilirsiniz. Çünkü şehrin yüzü bilinçli bir makyöz tarafından boyanıyor. Yıllardır koltuğunu kimseye bırakmayan belediye başkanı, akademik bilinci sanatçı bir ruhla birleştirip huysuzlara ve uyumsuzlara kulak tıkamaya devam ediyor. Onun resmettiği Eskişehir, lüks tranvayları, sakin trafiği, büyük kentlerden aşina olduğumuz mağazalarla renklenmiş iki büyük caddesi ve Beyoğlu’nun 90’lı yıllardaki hoş cıvıltısını anımsatan tatlı kaçık üniversite gençliğiyle, içine kapanık bir Anadolu kenti olmanın çok ötesinde.

Hava Kuvvetleri’nin askeri ciddiyeti de Eskişehir tablosundaki renklerden biri olarak yerini almış durumda. Türkiye’nin en büyük hava gücüne ev sahipliği yapan şehir aynı zamanda Ortadoğu ve Balkanlar’ın tek havacılık okuluna da sahip. Bunun günlük hayata yansıması ise mütevazi bir sessizlik. Uçakların kalkışı ve geçişi sırasında, bu gümbürtüye alışık olan şehrin yerlileri olayı suskunlukla karşılarken yabancılar uçak sesini beyhude yere bastırmaya çalışıyor. Onun dışındaysa, dost meclislerinin tatlı mırıltısı eşlik ediyor Porsuk’un dinginlinğine.

Eskişehir’in insanları çok sıcak. Bizim gibi Bizans kumpasları içinde sıkışmışların nezdinde saf bile kalıyorlar. Günlük hayat İstanbul’un teknorutin temposuna oranla oldukça ağır akıyor. Ataerkil düzenin hakimiyetini henüz yitirmediği şehirde kadınlar gündüzlerin sosyal profilinin yapı taşları. Gün düzenlemek oldukça rağbet gören bir etkinlik ve gelir kaynağı. Evler, misafirlerin kusur bulamayacağı şekilde ince ince temizleniyor; maharet göstergesi yiyecekler özenle hazırlanıp beğeniye sunuluyor (bkz. yemekteyiz) ve tabii ki bolca sohbet ediliyor. Hayatınız hakkında hiçbir gizli saklı kalmamasına aldırış etmemek ve antisosyal bir duruş sergilememek (en azından özel hayatınızın didiklenmesini nispeten önlemek) için geniş bir konu arşivine ve mümkünse sergileyebileceğiniz örgü modellerine sahip olmak bu işin olmazsa olmazları. Bir gün önce ağırladığınız bir insanın evine birkaç gün sonra aynı seremoniyi yaşamak üzere gitmek, büyük şehirlerin çalışan kadınlarına göre evcilik oynamak gibi ama insanlar arasındaki bağı güçlendirdiği şüphe götürmez. Günlerden söz etmişken çiğ böreği atlamamak gerek. Eskişehir’de ne yerim, diye soruyorsanız, cevabı buldunuz bile.

Bunlar Eskişehir’in dışarıdan gözlenen güzel yüzü. Dışı ziyaretçileri, içi Eskişehirliler’i yakar. Onlara sorduğunuz zaman, en az bir on yıl geriye dönmek istiyorlar. Üniversitenin ve gençliğin şehirlerine çok şey kattığının farkındalar ama bu faydalar, kentlilerin yitirdiklerini gözlerine sokuyor sanki.

Öğrencilerin akın etmesiyle en başta kiralar artmış. İstanbul’da 700-800 TL’ye oturabileceğiniz bir daire Eskişehir’de 1500 TL’den açıyor kapısını. Evlerin değerini artıran öğrencilerin gönlünü hoş tutmak ve dahasının da gelmesini sağlamak için ünlü markalar da akın etmiş Eskişehir’e. Caddeleri mekân tutan firmalar fiyatların daha da yükselmesine yol açmış. Eti ne budu ne halkın geliri ortada ama “modernleşme ve bir öğrenci kenti olma” evrimi geliri artırmanın yollarını düşündürmeye başlamış. Bazı açık gözler sıra sıra barlar açmışlar. Türkü barlar, rock barlar ya da sadece barlar... Bu mekânlar tamamen öğrencilerin kendi başına yaşama, aileden uzak olmanın özgürlüğü, hayata isyan ederek kendini ifade etme gibi ergen devinimlerini paraya çevirme amacı güdüyor. Bu uğurda 14-15 yaşında çocuklara bile "çay-hani şu bizim zamanımızdaki okul çayları” gibi etkinlikler adı altında içki servisi yapanlar bile var. Ve kentlerinde sağ sol kavgasını bile yaşatmamış olan Eskişehirliler, sayıları giderek artan kavgalardan, hırsızlıklardan, şiddetten, uyuşturucudan rahatsız oluyorlar. Geceyarısı güvenle yürüyebildikleri caddelerini, çocuklarını endişelenmeden gönderdikleri okul kapılarını, sıcak komşuluklarını, en önemlisi de huzurlarını özlüyorlar.

Benim gibi, iki günlüğüne kaçamak tadında gidenler için, ucuz sebze-meyvesiyle, her şeyin üç adımlık mesafede oluşuyla, çıkarcılığın, fırsatçılığın, üçkağıtçılığın henüz yüzleri karartmadığı insanlarıyla çok sevimli ve neredeyse yaşanası bir kent Eskişehir. Gezdiğim birçok kentteki insanın hafızamda bıraktığı olumsuz izlenimin aksine, tanıdığım tüm Eskişehirliler gerçekten temiz, dürüst, yardımsever ve iyi niyetli insanlar.

Ama Porsuk kıyısında oturup şöyle bir etrafı izlediğinizde Jean Jacques Rousseau'nun "Itiraflar" adlı eserinde ne anlatmaya çalıştığını kendi gözlerinizle görüyorsunuz: Insan denen varlık, yaratılış itibariyle temizdir. Onu kirleten toplum yaşamıdır. Sosyalleşmek adına doğadan uzaklaşan insan kendi yapısına aykırı davranışlar geliştirmeye başlar ve bu da mutsuzluğunun temelidir.

Evet, Eskişehirli yazarların gözünden bakıldığında karşınıza çıkan çok güzel bir panorama. Ama fazla "yumuşak". Bir diğer deyişle, fazla özenli, fazla düzgün.

HÜR'ce

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder