Uzak durayım, bakmayayım, cehalet mutluluktur, diyorum ama kendime
söz geçiremiyorum. Gazeteleri, haberleri hayatımdan çıkarabilsem kendi
yağımda kavrulup gideceğim ama ne mümkün! Eve gazete almayı bıraktım ama
bilgisayardan, internet bağlantısından nasıl vazgeçeyim? Sinsi sinsi
uzanıyor elim, bir iki tıkırtı, hoop, gazeteler karşımda. Gündem,
Türkiye, Politika, Yaşam, Sağlık, Kültür-Sanat… Her bir bölüm, çağdışı,
akıl dışı, mantık dışı acizliğimizi yansıtan birbirinden yürek
paralayıcı haberle arz-ı endam ederken boğulma duygusu yaşıyorum resmen.
Eh işte, bugün de farklı değil. İlk yazıldığı tarihten bu yana
defalarca “yenilenen” anayasa; politik kadraja usul usul sokulan
başkanlık sistemi; Yunan tragedyalarının üç birlik kuralını anımsatan
tek dil, tek din, tek bayrak, tek millet söylemleri…
Üç birlik kuralı deyince aklıma geldi: Bu topraklarda yaşayan
bireyler olarak, birlik ve beraberlik kavramlarına bu kadar kayıtsız
kalmamayı başarabilseydik; göçebe ruhlarımızı hasbelkader sahip
olduğumuz üç kuruşluk dünya mallarına ve sıfatlarına yapışıp yerleşik
düzende sabitleme yoluna gitmeseydik; geleceğimizi kahve fincanlarında,
çay yapraklarında, çakıl taşlarında, kuru fasulyelerde arayıp şifayı
boncuklardan, muskalardan ve uhrevi ritüellerden sormasaydık,
gazetelerin gündem maddelerinden birçoğu kaleme alınmayacaktı. Zihniyle,
yaşam kültürüyle bu kadar dağınık ve esrik akıllı bir topluluk
olduğumuzdandır belki de, müstahaktır kabîlinden, başımıza bir padişah,
bir imparator, iyisi mi bir firavun lazım.
Ufukta bir “exodus” görünmediğine göre, az laf çok iş düsturundan
yola çıkıp mimari, taş işçiliği, yontmacılık gibi konularda
araştırmalara girişelim derim. Zira çok yakında, yapımı nesiller boyu
sürecek bir inşaatta çalışmaya başlayacak olabiliriz.
HÜR'ce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder