21 Kasım 2010 Pazar

Kirâmen Kâtibîn

Soldaki hafaza sağdakine göz kırpıyor. Sağdaki ona omuz silkiyor. İkisinin de tüm dikkati bende. Yazılacak ya haneme, kalem hazır bekliyor kağıt üstünde. Zihnime kim bilir kimlerce mıhlanmış olan “kime göre-neye göre doğru”ya ulaşma çabasıyla cebelleşiyorum. İçimdeki birbirine saldıran duygular arasında çiçeği burnunda hakim gibi soğuk terler döküyorum. Ne yana baksam, kendince haklı çığlıklar duyuyorum. Kalemi kırasım var ama ne mümkün. Omuzlarımda bir ağırlık, umutsuzca şimşek çakmasını bekliyorum.

Dün, kurumuş yapraklar gibi, onu savuracak rüzgârı bekleyerek salınıyor hafızamın dallarında. Tam, düştü, kurtuldum diyecekken bakıyorum, çıkmadık canın umuduyla yapışıveriyor olduğu yere. Bugün, panayır yeri gibi, uyumsuzca rengârenk, baş döndürecek kadar karmançorman. Yarın, iğne deliğinden süzülmeye çalışan bir ışık huzmesinde alay ediyor benimle; belirsizliğin karanlık koridorlarında, göz gözü görmüyor. İçimdeki sesler susmuyor. Kalemin sabırsız tıkırtısı tedirginlik yaratmaktan başka bir işe yaramıyor. Seçenekler önümde iğne oyası gibi kendine binlerce ilmekte yol açarak yürüyor; benim tek bir adıma cesaretim yok.

Cana geleceğine mala gelsin, denir sonra da mal canın yongasıdır diyerek tükürülen o dev lokma büyük bir yüzsüzlükle yalanıp yutulur. Her seçim bir vazgeçişken, öldürülen körler cenazede badem gözlü oluverir. Hafazalar yetmezmiş gibi bir de “yaptıklarınızın sorumluluğu” Demokles’in kılıcı gibi tepenize yerleşir; beliniz biraz daha bükülür. Madem hiçbir şey tesadüf değil, madem yürüyeceğim yol çizilmiş önceden, neden boza tenceresi inmiyor ensemden?

Şimdi ruhum gibi kafam da karmakarışık. Biraz çocuk, umarsız ve şımarık. Biraz kadın, olgun ve yorgun. Biraz kedi, uyuşuk ve sırnaşık. Biraz kaplan, yaralı ve kavgacı. Hayat böyle fıtık ediyor insanı.

Soldaki hafaza niyetimin farkında; sağdaki duraksayışımın. Soldaki yazdı yazacak gidişimi; sağdaki biliyor kör sadakatimi. Sırra kadem basmak istiyorum; ne iş ne güç umurumda. Ne vatanım var, ne kökümü kucaklayan ocağım. Ne sevdiğim kaldı, ne saydığım. Ne attığım temeller duruyor, ne ellerimle taşlarını dizdiğim binalarım. Tarumar edildi tüm inandıklarım. Beyhude yakalamışım saçlarını baharın. Gülüyorum kendime, yıkılmadım ayaktayım.

Yazın hafazalarım, işte size kararım: Azli vaciptir davalının. Kimse sordu mu bugüne kadar nasıl yaşadım, neye açtım, hangi vaatlere kandım; bundan böyle ben de gözüme gönlüme göre yaşayacağım. Yazın siz, kendi bildiğiniz gibi yazın. Koyun terazinize, her bir nefesimi tartın. İster tembel deyin, ister cevval; ister hain, ister isyankar; ister arsız, ister bahtsız... Ne farkeder gerçekte ne ya da kim olduğum; insanlar neyi görmek istiyorsa oyum, o kadarım. Şuncacık yolum kaldı zaten, bundan sonrasını ben ama kör, ama topal, yine tek başıma aşarım. Kim ne derse desin, ekmeğimi taştan çıkarırım, aşkımı kendim yaratırım, gemileri yakar yenilerini yaparım. A, yettiniz artık, sizinle mi uğraşacağım!

HÜR’ce

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder